Bu sayfa güncellenmektedir….
Yazar: tockaraman
9. OLAĞAN GENEL KURULU YAPILDI
TÜRK OCAKLARI KARAMAN ŞUBESİ – 9. OLAĞAN GENEL KURULU YAPILDI
22.01.2023 günü Türk Ocakları Karaman Şubesinin 9. Olağan Genel Kurulu yapıldı.
Şube Başkanı Yunus TURAN’ın açılış konuşması sonrası Divan oluşturuldu. Divan Başkanlığına Halil İbrahim İNCEKARA teklif edildi.
Yunus TURAN açılış konuşmasında; Tarihi bir ocağın, tam 111 yıllık Türk Ocağının bir mensubu olmaktan gurur ve onur duyduğunu, bütün Türk Ocaklıların da bu mensubiyet duygusunda olduklarını bildiğini belirterek başladı sözlerine ve Karaman Türk Ocağı’nın tarihçesini anlattı. Ülkenin sorunlarını ve bunlara dair çözüm önerilerini ilgililere sunmaya, ülkenin ve devletin varlığına, birliğine ve bekasına karşı her görüşün, düşüncenin karşısında olma tavrını göstermeye devam edeceklerini, siyaset üstü bir kurum olma vasfını sürdüreceklerini, siyasi çekişmeler içerisinde taraf olmayacaklarını, bugün paramparça edilmiş Türk Milliyetçilerinin birliğinin bir mecburiyet olduğunu ifade etti. Kendi iç birliğini sağlayamamış insanların “Turan” ülküsünü gerçekleştirmelerinin mümkün olmayacağını söyledi.
“Ne kendi başımızı ne mensuplarımızın başını öne eğdirecek tek bir şey yapmadık, yapmayız” dedi ve böyle bir şey sezdikleri taktirde uyarmalarını ve bu uyarıların da dikkate alınarak düzeltileceğini ifade etti.
Birlik ve beraberlikten, vefadan bahsetti. “Acıları ve sevinçleri birlikte paylaşmayacaksak hiç yaşamayalım” dedi.
Sivil Toplum Kuruluşlarının faaliyetlerini sürdürebilmesi için gönüllü ve fedakâr insanlara ihtiyaç olduğunu, gönüllü insanlar olmazsa bir çalışma yapılamayacağını, zaman zaman sıkıntılar yaşansa da Türk Ocaklılarda bu ruhun hiç sönmediğini gördüğünü söyledi.
Ülkenin yaşadığı genel sorunlarından bahsetti ve bu sorunlar karşısında fikirlerini açıkça dile getirmekten çekinmediklerini, söylemlerinin particilik anlamında bir siyasi nedenle söylenmeyip, Türk Ocağının tarihi birikim ve tecrübesi ile istişareler sonucu ülkenin daha iyi ve güzele gitmesi kaygısıyla yapıldığını ifade etti.
“Şimdi basında Yunus Turan güven tazeledi gibi haberler yapıyorlar. Böyle bir şey yok. Bu güven Türk Ocaklarına duyulan güvendir, bütün üyelerimize duyulan güvendir. Her bir üyemiz bir başkandır. Size sorarlarsa ne görevin var diye; ‘ben Türk Ocağının başkanıyım’ deyin, çekinmeyin. Böylesi bir dönemde bu Ocak’ta aynı havayı soluyor olmanız bile verdiğiniz mücadelenin ispatıdır. Her biriniz bir başkandır.” dedi.
Önceki Valilerden birinin “Kaç üyeniz var?” sorusuna “250 bin Sayın Valim” dediğinde Vali’nin “Nasıl yani?” diye şaşırdığını, bunun üzerine kendisinin; Karaman’da yaşayan ve “Ne Mutlu Türküm Diyene!” diyebilen herkesin Türk Ocağının doğal bir üyesi olduğunu söylediğini, Sayın Valinin de kendisini haklı bulduğunu, onayladığını sözlerine ekledi.
Konuşmasının devamında Yeni Zelanda Başbakanının istifasını örnek verdi ve “Artık bu işin hakkını verecek kadar yeterli olmadığımı biliyorum. Devam edersem, Yeni Zelanda’ya zarar vermiş olurum.” dediğini bunun ne kadar onurlu bir hareket-tavır olduğunu ifade etti. Kendisinin de uzun yıllar Başkanlık görevini yürüttüğünü ancak yetersiz olduğunu gördüğü taktirde çekilmekten hiç tereddüt etmeyeceğini söyledi.
“Çocuklarınız bir gün bu ülke için ne yaptınız diye sorarlarsa, hiç tereddüt etmeden ‘ben bir Türk Ocaklı olarak sonuna kadar mücadele ettim, yanlışa yanlış, doğruya doğru dedim, ülkemizin geleceği için çabaladım, dik durdum, yılmadım deyin.” dedi.
“Her bir üyemiz seçilmiş üyedir. Her biri kıymetlidir. Zamanından, ailesinde, çocuğundan parasından fedakârlık yaparak bu çatı altında bir araya geliyorsunuz. Hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum.” diyerek Genel Kurulun ilimize, ülkemize hayırlı olması temennisinde bulundu.
Divan Başkanı Halil İbrahim İNCEKARA, Genel Kurulun Türk Milletinin ve ülkesine hayırlı olması temennileri ile gündem maddelerine geçildi…
Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu, Denetim Kurulu raporları, tahmini bütçenin okunarak ibra edilmesinin ve oy birliği ile kabul edilmesinin ardından tek listenin katıldığı seçime geçildi…
Divan Başkanı genel kurullarda bir yanlışlık yapıldığını “Asil Liste” yazıldığını, bunun doğrusunun Asıl Liste olması gerektiğini belirterek bir yanlışı düzeltti. Oylama sonucu oy birliği ile yönetim seçildi.
Dilek temenniler bölümünde söz alan Şube Başkanı Yunus TURAN “Bir kişi tek başına bir şeydir. Bir başarı bekleniyorsa, iyi şeyler yapmak için birlikte yapmak önemlidir. Zaman zaman sorunlar yaşadım ancak arkadaşlarım destek oldular bu sorunları aştım. Biz bir aileyiz ve büyük bir aileyiz. Birlik ve beraberlik içinde daha güzel şeyler yapacağımızı biliyorum.” diyerek tüm üyelere verdikleri desteklerden dolayı teşekkür etti, yeni oluşan yönetim ve denetim kurulu üyeliklerine seçilen üyelere başarılar diledi.
Dilek ve temenniler bölümünde Mestan KARABACAK üyelerin gençleştirilmesi talebinde bulundu.
Yunus TURAN; Hiç gelmeyen, kendisinin dahi görmediği üyelerin olduğunu bulunduğunu, bununla ilgili çalışmaları da birlikte yapmaları gerektiğini bildiğini, ilk olarak üyelerle ilgili bir çalışma yapmaları gerektiğini söyledi. Esasen Ocak’ta faaliyet yapmak için Ocağın üyesi olmasının da bir zorunluluk olmadığını belirtti.
Ocağın bir yer meselesi olduğunu, Türk Ocağına yer verme konusunda ilgililerin gereken hassasiyeti göstermelerini beklediklerini belirtti. Yer konusunda yaptığı açıklamada, Karaman Türk Hava Kurumu’nun kuruluşunda Karaman Türk Ocağının sağladığı katkıyı ifade etti. THK’dan bu hususta talepte bulunduklarını ancak olumlu bir cevap alamadıklarını söyledi.
Divan Başkanı Halil İbrahim İNCEKARA yaptığı konuşmasında; önceki yönetimi takip ettiklerini ve başarılı güzel faaliyetler yaptıklarını, yeni yönetimin de artırarak devam ettirmesi temennisiyle hayırlı olsun dileklerini bildirdi.
İlk toplantısını yapan yeni yönetim görev dağılımı yaparak görevine başladı.
GENEL KURUL SONRASI YAPILAN GÖREV DAĞILIMI İLE OLUŞAN YÖNETİM:
YÖNETİM KURULU
Başkan : Yunus TURAN
Başkan Yardımcısı : Ali TÜRKOĞLU
Sekreter : Musa Kazım OĞUR
Muhasip : Fatih UYSAL
Üye : Adem DUYAR
Üye : Ahmet Hamdi KÜLAHÇI
Üye : Recep ŞEN
Üye : Sami KARAGÖZ
Üye : Mustafa DANIŞ
Üye : Ali AVCI
Üye : Durmuş ÖZSOY
Üye : Ufuk Serdar AKALIN
Üye : Durmuş Ali ŞEN
Üye : Tahsin KARATAŞ
DENETLEME KURULU
Başkan : Mehmet DALKILIÇ
Üye : Celal ARSLAN
Üye : Mestan KARABACAK
Üye : Ziya HOTAMIŞLI
Üye : Hamdi SEZER
Üye : Alaattin AYDIN
9. OLAĞAN GENEL KURUL
Türk Ocakları Derneği Karaman Şubesi 9. Olağan Genel Kurul Toplantısı 22.01.2023 tarihinde, Saat 19.00’da Derneğimizin Kirişçi Mahallesi – Tabakhane Geçidi No:8/2 adresinde aşağıdaki gündem ile yapılacaktır.
Çoğunluk sağlanmadığı takdirde 2. toplantı bir hafta sonra 29.01.2023 günü, aynı yer ve saatte aynı gündemle yapılacaktır.
Tüm üyelerimizin Genel Kurul Toplantısına katılmalarını rica eder, Genel Kurulumuzun hayırlı ve faydalı olmasını dilerim.
Yunus Turan
Türk Ocakları
Karaman Şubesi
GÜNDEM:
- Açılış, yoklama ve divan heyetinin teşkili
- Saygı duruşu ve İstiklal Marşının okunması,
- Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu, Denetim Kurulu Raporlarının ayrı ayrı okunması ve ibrası,
- Tahmini bütçenin okunması
- Yönetim Kurulu asil ve yedek üyelerin seçimi
- Denetim Kurulu asil ve yedek üyelerin seçimi
- Genel Merkez delegelerinin seçimi
- Dilek ve Temenniler
- Kapanış
DİL FERMANI – KARAMANOĞLU MEHMET BEY
DİL FERMANI – K.MEHMET BEY
Karamanoğlu Mehmet Bey, babası Kerimüttin Karaman Bey’in öldürülmesinden sonra 8 yıl kardeşleriyle birlikte gözden uzak yaşamış, 21 yaşında beyliği toparlayarak beyliğin başına geçmiştir. Kerimüttin Karaman Bey’in büyük oğludur. 1261-1277 yılları arasında beyliği idare etmiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey kendini çok iyi yetiştirmiştir. Niğde Emiri Hatiroğlu Şerafettin, Memluk sultanına güvenerek Moğollara karşı isyan ettiği sırada Karamanoğlu Mehmet Bey de onun tarafını tutmuştur. Bundan dolayı Şerafettin Bey Ermenek tarafı askeri kumandanlığını Karamanoğlu Mehmet Bey’e vermiştir. Bundan sonra Mehmet Bey her yıl Selçuk hazinesine göndermekte olduğu vergiyi kesmiştir. Ermenek kumandanlığının eski sahibi Bedrettin İbrahim, Karamanoğlu Mehmet Bey üzerine bir kuvvet göndermiştir. Bunun üzerine sarp yerlere çekilmiş olan Mehmet Bey, Göksu Derbendinde ani bir taarruzla Bedrettin kuvvetlerini bozguna uğratmıştır. 1276 yılında gerçekleşen bu olay Karamanoğullarının şöhretinin artmasına sebep olmuştur. Karamanoğlu Mehmet Bey kazandığı başarıları Memluk Sultanı Baybars’a bildirmiştir. Sultan Baybars’ın Elbistan sahrasında 15 Nisan 1277’de Moğol kuvvetlerini yenmesi Karamanoğlu Mehmet Bey’i cesaretlendirmiştir. Mehmet Bey, Memluk sultanının Moğol ve Selçuklu kuvvetlerini yendiğini haber alınca Aksaray’a hücum etmiş ancak başarılı olamamıştır. Onun zamanında Niğde, Aksaray, Kayseri, Sivas, Ankara, Konya, Akşehir, Afyon ve Kütahya Karamanoğlu hâkimiyetine katılmıştır. Konya’yı zapt ederek, babası Karaman Bey’in intikamını almıştır. Mehmet Bey Konya’yı aldıktan sonra Selçuklu tahtına, Sultan II. İzettin Keykavus’un oğlu Gıyasettin Siyavuş’u (Cimri) 12 Mayıs 1277’de çıkartmıştır.
Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihinde Konya’da ünlü dil fermanını yayınlayarak, Türkçenin yeniden devlet dili olmasını sağlamıştır. Mehmet Bey fermanında “Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya… uymayanların boynu vurula….” diyerek Türkçenin ve Türklüğün Anadolu’da ve yeryüzünde ebediyen yaşamasında öncü olma şerefine erişmiştir. Bu suretle resmi devlet işlerinde kullanılan Arapça ve Farsçanın hâkimiyetine büyük bir darbe vurulmuştur. Mehmet Bey’in fermanı Türk kültür tarihinin önemli olaylarından biridir. Günümüzde 13 Mayıs tarihi her yıl Karaman’da Dil Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’da kalması Moğol baskısından dolayı uzun süreli olmamıştır. Kendisi ancak Konya’da 37 gün kalmıştır. Moğol baskısından dolayı Mut taraflarına gitmiştir. Konya önlerine gelen Sahip Ata ise Mehmet Bey’i takip etmeye başlamıştır. Mehmet Bey hükümdar ilan ettiği Siyavuş’u savaşa sokmayarak onu içerlerde müstahkem bir yere gönderdikten sonra kendisi iki kardeşi, amcaoğulları ve bir kısım kuvvetle Moğollara saldırmıştır. Moğollar Mehmet Bey ile kardeşlerini ve amcaoğullarını öldürmüşlerdir. Bu olay 1277 tarihinde gerçekleşmiştir.
Konunun tek kaynağı olarak gösterilen İbn-i Bibi’nin “El Evamirü’l Alâ’iye Fi’l-Umuri’l-Alâ’iye” adlı eserinde bu olay şöyle anlatılmaktadır:
“Cimriyi şehre getirdiler. Devlethanede sultanların makamına oturttular… Ertesi gün Cimri’yi büyük bir ihtişam ve debdebe içinde çok sayıda serheng, sayısız çevgândâr, süslü candâr, silahdâr ve camedârla birlikte ata bindirip, şehrin etrafında gezmeye çıktılar. Dönünce divan kurdular. Her tarafa makam sahibi kimseleri ve taraftarlarını çağırmak için ferman çıkardılar. Bu günden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmayacak diye karar aldılar. Birkaç gün işleri yolunda gitti. Vezirlik Karamanoğlu Mehmet Bey’e verildi…”
Karamanoğlu Mehmet Bey, 1277 yılında Karadağ yakınlarındaki Kızıldağ’da Selçuklu sultanı ile birleşen Tatar Hasan Giray Han ve ordularıyla girdikleri savaşta kardeşleri Halil ve Kasım Beylerle birlikte şehit olmuştur. Bazı kaynaklarda yanındaki şehit olan kardeşleri Tanu ve Zekeriya olarak nakledilmiştir.
Mezarı Karaman’ın Ermenek ilçesine bağlı Balkusan Köyü’nde bulunmaktadır.

190 Askeri Tıbbiyelinin Mektubu
190 Askeri Tıbbiyeli genç, 1911’de vatanın içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtuluş arayışının bir noktasında bir gece Karacaahmet Mezarlığı’nda toplanıp seher vakti bu mektubu kaleme alıp o zamanki vatanperver yazar, şair, fikir adamı ve ediplere gönderdiler. Mektubun muhatabı olan milliyetçi münevverler yaptıkları değerlendirmelerin sonucunda 25 Mart 1912’de Mehmet Emin Yurdakul’ un Başkanlığında Türk Ocakları’nı kurmaya karar verdiler.

TÜRK OCARKLARI HATIRA PULU

Kamu Yararına Çalışır Dernek Kararı
Türk Ocakları’nın Cumhuriyet’in ilk döneminde kamu yararına çalışır dernek olduğuna dair belge

Türk Ocakları’nın hali hazırda Kamu Yararına Çalışır Dernek olduğuna dair kararname

TÜRK DİLİ EGEMENLİĞİNİN 684. YIL DÖNÜMÜ
Prof. Dr. Feridun Nafiz UZLUK
(Türk Yurdu Dergisi, Nisan1961, 295.Sayı, Sayfa36-37-38)
__________________________________________________________________
TÜRK DİLİ EGEMENLİĞİNİN 684. YIL DÖNÜMÜ
Prof. Dr. Feridun Nafiz UZLUK
(Türk Yurdu Dergisi, Nisan1961, 295.Sayı, Sayfa36-37-38)
Gazneviler dediğimiz Sebüktekin oğlu Sultan Mahmut’un hükümetinde olduğu gibi büyük Selçuklular ile onlardan sonra kurulan İran, Suriye, Anadoludaki Selçuklu Türk devletlerinin dili Farsça idi. Bir aralık Anadolu Selçuklularının devlet dili Arapça yapılmak istenmişse de sonra bu arzudan vaz geçilerek Farsça kullanılmıştır.
İslamlığı İran’dan gelen Ahuntların gayreti ile kabul eden Türkler Salat yerine namaz, vüdu yerine abdest, savum, siyam yerine Ruze kısmet, gıda, nasip gibi anlamlara gelen Oruç sözlerini dini terimler arasına almışızdır. Cum’a günü demek olan Adine sözü Horasan Selçuklularınca noktalı dal ile söylendiğinden Azine diye yakın zamanlara kadar yazılıp kullanılmıştır.
Farsçaya olan bu sevgi, hatta saygı bundan 42 sene önce biz Tıbbiyeye girdiğimiz yıllarda Hastahanede tutulan defterlerin Farsça olarak yazılmakta olduğunu hayretle görmüştüm. Hasta gitti yerine Reft, falan tarihte geldi yerine Amed betarihi 3 Haziran 1335, yahut öldü yerine Fevt şüd. hastaların gıdalarını gıza diye noktalı dal’la yazan kâtipler Et suyu yerine Abı Küşd, pirinç yerine erz, sade yağ yerine Roganı sade daha buna benzer pek çok farsça kelime hiç bir çekinme sakınma olmadan hastahanelerde, devlet dairelerinde kâtipler tarafından eski geleneğe uyularak yazılmakta, söylenmekte idi.
Yalnız Anadoludaki Selçuklularda değil onların çökmesinden sonra bilhassa Eretne oğulları, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Celairliler gibi daha ziyade İran’a yakın doğu Anadoludaki Türk hükümetlerinde bütün fermanlar Farsça yazılmakta idi. Bunların en tepesinde Arapça bir dua yahut Kur’am Kerimden Tanrı yardımını dileyen bir ayetten sonra hükümdarın adı yazılır, ondan sonra sözümüz kelimesi ihmal edilmezdi. Fermamn içerisinde Arapça dualar, dileklerden başka bitikçi gibi Türkçe sözler yüzümüze gülerdi.
Mevlâna’nın bastırdığım mektupları arasında sonraları bizim Devletli inayetli, şevketli, kudretli yahut atıfetli, saadetli gibi kelimeler yerine ülgâ, dilgâ, bilgâ, ulug, kutlug, inanç, Vali bey gibi tabirlerin bol miktarda kullanıldığını hayretle görmekteyiz. İbni Bibi’nin tek nüshası Ayasofyada bulunan büyük Selçuk namesinde de bu tabirleri Bağdat Abbasi halifelerinden gelen menşurlarda kullanıldığını görüyoruz. Demek Abbas oğulları halifeliğinin inşaa divanı denilen mektuplaşma bürolarında çalışanlar orta Asyalı Türk kâtipleri idi. Onlar kendi yurtlarından getirdikleri -yazılırken, okunurken bize heybet veren, gönüllerimize korku saçan ancak padişahların ağızlarına, fermanlarına yakışan o sözleri- Bağdat’a getirerek bütün İslâm âlemine yaymakta idiler.
Türk dili ile yazı yazılamayacağı iddiası o devirde meydana getirilen Türkçe şiirler dolayısıyla savunulması kabil değildir. Durum böyle olmakla beraber ne kadar yazık ki bu eski alışkanlık hükümet dairelerinden atılamamış bütün kitaplar, bütün resmi yazılar Farsça olarak yazılmıştır.
Hükümetçe verilen emirler Farsça olarak yazılır, kasabalara, köylere geldiği zaman Fakı dediğimiz Hocalar bunları halka okur, tercemesini de söylerlerdi. Bu gün bile Remizli, kinayeli söz söylendiği zaman yahu şunun kaba Türkçesi nedir, şunun açık Türkçesi nedir onu söyle diye bağırdığımız çok olur, işte bu seslerde atalarımızın dedelerimizin yüzyıllarca birikmiş olan hıncını görürüz.
Anadolu Selçuklular tarihini bilenler bilir ki büyük Alaeddin Keykubat’ın 3 torunu İzzeddin Keykâvus II, Alaeddin Keykubat II, Rükneddin Kılıç Arslan IV, olmak üzere 3 kardeş, ortada asıl hükümdar İzzeddin Keykâvus, onun sağında solunda diğer iki kardeş birer sandalyada oturmak üzere meşhur vezir Celâleddin Karatayın dirayeti sayesinde 3 kardeş güzel güzel geçinirlerken vezirlerin bir birleriyle her zaman olduğu gibi iyi geçinmemelerinden dolayı, bilhassa Karatayın vakitsiz ölümü düzeni bozmuş, Rükneddin Kılıç Arslan ile İzzeddin Keykâvus Aksaray ovasında savaşa tutuşmuşlar, yenilen kardeşini Keykâvus ceza yerine kucaklayıp alnından öpmüş, Burgulu kalesine hapsettirmişti. Fakat yıllar Keykâvus’ a yardım etmemiş memleketini terk etmiş, evvelâ Bizans’a, daha sonra Kırım’a giderek Altınorda devletine sığınmıştı. II. Keykubat ölmüş, Rükneddin Kılıç Arslan tek başına Selçuklu hükümdarı kalmış, bu zat dahi Pervanenin kötülemesi ile Moğollarla el birliği ederek Hatir oğlu Niğde beyi Şerefeddin, Kardeşi Ziyaeddin’inde içerisinde bulunduğu birkaç kişi tarafından Aksaray’ın “Abı Kulkul” denilen mevkiinde Moğol âdetince asilzadeler kan çıkarılmadan öldürüldüğü için genç Rükneddin keman zıhı ile boğulup öldürülmüştü.
Mevlâna’nın Divanında bulunan en içli, lirik gazellerinden birisi bu acıklı olayı bize hatırlatır:
Ne goftemed möröv onca ki aşinad menem
Derin serabı fena çeşme-i hayat menem
Sana demedim mi ki oraya gitme, senin aşinan benim
Bu fena serabında, hayat çeşmen benim
(Ulu divan Bombay baskısı s. 570).
Konya’ya getirilip gömülen Rükneddin’in yerine ikibuçuk yaşındaki oğlu III. Gıyaseddin Keyhusrev Selçuklu padişahı olmuştu. Bunun bacısı olup Selçuk hatun yahut Hudavend, yahut Hand hatun diye söylenen, Sultan Veled divanında hakkında uzun bir övgü bulunan hem akıllı, hem güzel bir Türk kızı Selçuk hatun Moğol İlhanlı padişahının oğlu Argun han’a (Abaka Han’ın oğludur) gelin edilmiş, bunu İran’a getirmekte olan Selçuklu vezirleri bu işlerle uğraşırken Anadolu karışmaya başlamıştır. III. Gıyaseddin’in çocuk oluşu da bu işte büyük bir eksiklikti. Mısır hükümdarı meşhur Baybars Anadoluya büyük bir ordu ile gelmiş, Kayseri’de Selçukluların hattına oturmuş, Kayserideki Ulu Camide adına hutbe okutmuş hatta para kestirmiş, fakat her nedense işi daha ileri götürerek meselâ Konya’ya kadar gelmeyi uygun bulmamıştı. Galiba Şubat sonları olmakla atların yemini tedarikte güçlük çektiği gibi ayrıca atların ayaklarında çıkan bir hastalık da bu günün motörlü süvarisi demek olan kıt’aların hareketini felce uğratmıştır. Bu yüzden belki Anadolu’da da kendisini hareketli mektuplarla davet eden beylerden yeter derecede yardım görememesi bu işte önemli etkiler yaratmıştır. Her halde bu konu Mısır tarihleri incelenmek suretiyle yazılmaya, değer.
Selçuklu tarihlerinde Cimri ayaklanması diye önemli bir olay vardır ki düzme bir Selçuklu Şehzadesinin ortaya çıkarılması ile Karaman oğullarının ayaklanmasını, Konya’nın kuşatılıp zaptedilmesini, Selçuklu vezirlerinden önemli kişilerin öldürülmesini, daha birçok hüzünlü vakaların ortaya çıkmasını hazırlar.
Salur Kabilesinden olup büyük Alaeddin Keykubat zamanında Ermenek ile dolaylarına yerleştirilen Karaman oğullan git gide kuvvetlenmişler, oralara uç beyi olarak vazife görmeye başlamışlardır. Zira doğu taraflarında küçük Ermeni krallığı vardı. Salur kabilesinden oldukları anlaşılan Karamanlılar hakkında İbni Bibi tafsilatlı büyük tarihinde, onun kısaltılmış şeklinde Toros dağlarından şehirlere odun çeken kömürcü olduklarını yazarken onları küçük gördüğünü, sevmediğini açıkça anlatır. Osmanlı tarihlerinin de Bibi oğluna rahmet okutur derecede aleyhte yazmaları Karaman oğlu tarihini bir muamma haline getirmiştir. Gerçi Şikari adında bir zatin yazdığı daha ziyade Menakıpname diyeceğimiz eseri son yıllarda Konya’da halk evi tarafından bastırılmış ise de eldeki kitabelerle bu tarihin verdiği bilgiler birbirine uygun düşmediğinden tarih olma niteliğini yitirmektedir. Elbette bu Karaman oğulları için bir talihsizliktir. Bununla beraber bıraktıkları eserler, yaptıkları hizmetler göz önünde tutulunca Karaman oğulları inceden inceye incelenmeye çoktan hak kazanmışlardır.
Miladi 1261 yılında valilik makamına geçen Karaman oğlu Mehmet bey Anadolunun karışıklığından istifade ederek ah elimize bir Selçuklu şehzadesi düşse idi diye dileklerde bulunuyordu. Bu sıralarda aşiretler arasında gezen gerçek isminin ne olduğunu henüz bilemediğimiz bir genç adam, ben Kırımdaki Sultan İzzeddin Keykâvus’un oğluyum diye kendisini tanıttı. Mehmet beyin bu dileğini bilenler adamı yakalayıp onun yanına götürdüler. Selçuklu tarihlerinde Cimri diye ad alan bu kimse daha sonra Konyayı zaptedecek, adına, “Es Sultanüz Azam Alaüddina Veddin Ebül Feth Siyavuş bin Keykâvus” diye bir yüzünde, diğer tarafında ise “Elminnetüllillah Durube bi Medineti Konya fi 675” şeklinde gümüş, hatta aynı ibareler yazılı olarak altun para bastıracaktır.
İçerden Rünut dediğimiz baldırı çıplakların da el birliği ile dış kal’anın bir kapısı ateş yakılmak suretiyle dökülür, dışarıdakiler şehrin içerisine dağılırlar. Tarihlerin yazdıklarını burada tekrarlayacak değiliz. İbni Bibi’nin bastırdığımız muhtasar Selçuknamesinde buna dair geniş bilgi vardır. Arzu edenler okurlar.
Konya’nın işini bitirenler Karahisar tarafına yönelirler, Akşehir yakınındaki Kozağacı köyü civarında bulunan Değirmen Çayda devrinin en babayiğit adamlarından olan Sahip Ata’nın büyük oğlu Taceddin Hüseyin bey, kardeşi Nusretüddin Hasan bey ile Karaman oğlu Mehmet bey su için de birbirine hücum ederler. Kaza gelince onun önüne hiç bir şey geçemez. Hüseyin beyin atı sürçer attan bey suya düşer, derhal başını vücudundan koparırlar. Hasan bey’de aynı akıbete uğrar.
Bunu haber alan babaları Konyalı Sahip Ata Hasan’la Hüseyin’in intikamını Yezidilerden almak üzere asker toplar, bunların üzerine geleceklerini anlayınca tekrar Konya’ya dönerler.
Hemen bütün devrimlerden sonra dil ile uğraşıldığını görmek tarihin garip cilvelerindendir.
Konya’da İç Kal’ayı da barış yolu ile ele geçiren Cimri Selçuklu tahtına oturup Karaman oğlu Mehmet beyi vezir yapınca onlar bir dellal çağırttırırlar:
ŞİMDEN GERÜ DÎVANDA, DERGAHTA, BARİGAHTA, MECLİSTE, MEYDANDA TÜRKÇEDEN ÖZGE DİL GEÇMEYECEKTİR.
Bunun tarihi 10 Zilhicce 675’ dir. Bu tarih Miladi hesapla 13 Mayıs yahut 15 Mayıs 1277 yılına rastlamaktadır.
Bazıları Lârende’de Türkçe konuşulurdu. Binaenaleyh biz Türk dilinin egemenliğine kavuşmasını kutlarken 700 ncü yılını anacağız diye tutturmuşlardı. Tarihin kabul etmeyeceği şey üstünde inat etmek doğru değildir. Onların bu sene yapacakları Türk Dil egemenliğinin 684 ncü yıl dönümünü anmaktan ibaret olmalıdır. Nitekim Kudret gazetesinde 13.3.1961, 16.3.1961 günlerinde yayınladığım iki makale bu gerçeğin iç yüzünü anlatmıştı. Bu defa 700 ncü yıl nakaratını tutturanların bu yanlış yoldan döndüklerini memnunlukla görüyorum.
Ülkü uğrunda başını veren Karaman oğlu Mehmet beyin onun ülkü arkadaşlarının hatıralarını saygı ile anarım.
KARAMAN TÜRK OCAĞI GAYRİ MENKULLERİ
Karaman Türk Ocağının Gayri Menkulleri
Türk Ocağı Karaman Şubesinin 1 bina ve bina müştemilatında 2 dükkan olduğu Aralık – 1963 ayı, 301 Sayılı Türk Yurdu Dergisinde belirtilmektedir.
Türk Ocağı kapatıldıktan sonra Karaman Türk Ocağının gayri menkulleri Halkevlerine devredilmiştir.
Halkevleri de kapatıldıktan sonra mülkler vakıflara geçmiştir.

GERÇEK DİL BAYRAMI
Doç.Dr.Faruk K. TİMURTAŞ
(Türk Yurdu Dergisi, Temmuz1963, Sayı.300, Sayfa.25-26)