Prof. Dr. Feridun Nafiz UZLUK
(Türk Yurdu Dergisi, Nisan1961, 295.Sayı, Sayfa36-37-38)
__________________________________________________________________
TÜRK DİLİ EGEMENLİĞİNİN 684. YIL DÖNÜMÜ
Prof. Dr. Feridun Nafiz UZLUK
(Türk Yurdu Dergisi, Nisan1961, 295.Sayı, Sayfa36-37-38)
Gazneviler dediğimiz Sebüktekin oğlu Sultan Mahmut’un hükümetinde olduğu gibi büyük Selçuklular ile onlardan sonra kurulan İran, Suriye, Anadoludaki Selçuklu Türk devletlerinin dili Farsça idi. Bir aralık Anadolu Selçuklularının devlet dili Arapça yapılmak istenmişse de sonra bu arzudan vaz geçilerek Farsça kullanılmıştır.
İslamlığı İran’dan gelen Ahuntların gayreti ile kabul eden Türkler Salat yerine namaz, vüdu yerine abdest, savum, siyam yerine Ruze kısmet, gıda, nasip gibi anlamlara gelen Oruç sözlerini dini terimler arasına almışızdır. Cum’a günü demek olan Adine sözü Horasan Selçuklularınca noktalı dal ile söylendiğinden Azine diye yakın zamanlara kadar yazılıp kullanılmıştır.
Farsçaya olan bu sevgi, hatta saygı bundan 42 sene önce biz Tıbbiyeye girdiğimiz yıllarda Hastahanede tutulan defterlerin Farsça olarak yazılmakta olduğunu hayretle görmüştüm. Hasta gitti yerine Reft, falan tarihte geldi yerine Amed betarihi 3 Haziran 1335, yahut öldü yerine Fevt şüd. hastaların gıdalarını gıza diye noktalı dal’la yazan kâtipler Et suyu yerine Abı Küşd, pirinç yerine erz, sade yağ yerine Roganı sade daha buna benzer pek çok farsça kelime hiç bir çekinme sakınma olmadan hastahanelerde, devlet dairelerinde kâtipler tarafından eski geleneğe uyularak yazılmakta, söylenmekte idi.
Yalnız Anadoludaki Selçuklularda değil onların çökmesinden sonra bilhassa Eretne oğulları, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Celairliler gibi daha ziyade İran’a yakın doğu Anadoludaki Türk hükümetlerinde bütün fermanlar Farsça yazılmakta idi. Bunların en tepesinde Arapça bir dua yahut Kur’am Kerimden Tanrı yardımını dileyen bir ayetten sonra hükümdarın adı yazılır, ondan sonra sözümüz kelimesi ihmal edilmezdi. Fermamn içerisinde Arapça dualar, dileklerden başka bitikçi gibi Türkçe sözler yüzümüze gülerdi.
Mevlâna’nın bastırdığım mektupları arasında sonraları bizim Devletli inayetli, şevketli, kudretli yahut atıfetli, saadetli gibi kelimeler yerine ülgâ, dilgâ, bilgâ, ulug, kutlug, inanç, Vali bey gibi tabirlerin bol miktarda kullanıldığını hayretle görmekteyiz. İbni Bibi’nin tek nüshası Ayasofyada bulunan büyük Selçuk namesinde de bu tabirleri Bağdat Abbasi halifelerinden gelen menşurlarda kullanıldığını görüyoruz. Demek Abbas oğulları halifeliğinin inşaa divanı denilen mektuplaşma bürolarında çalışanlar orta Asyalı Türk kâtipleri idi. Onlar kendi yurtlarından getirdikleri -yazılırken, okunurken bize heybet veren, gönüllerimize korku saçan ancak padişahların ağızlarına, fermanlarına yakışan o sözleri- Bağdat’a getirerek bütün İslâm âlemine yaymakta idiler.
Türk dili ile yazı yazılamayacağı iddiası o devirde meydana getirilen Türkçe şiirler dolayısıyla savunulması kabil değildir. Durum böyle olmakla beraber ne kadar yazık ki bu eski alışkanlık hükümet dairelerinden atılamamış bütün kitaplar, bütün resmi yazılar Farsça olarak yazılmıştır.
Hükümetçe verilen emirler Farsça olarak yazılır, kasabalara, köylere geldiği zaman Fakı dediğimiz Hocalar bunları halka okur, tercemesini de söylerlerdi. Bu gün bile Remizli, kinayeli söz söylendiği zaman yahu şunun kaba Türkçesi nedir, şunun açık Türkçesi nedir onu söyle diye bağırdığımız çok olur, işte bu seslerde atalarımızın dedelerimizin yüzyıllarca birikmiş olan hıncını görürüz.
Anadolu Selçuklular tarihini bilenler bilir ki büyük Alaeddin Keykubat’ın 3 torunu İzzeddin Keykâvus II, Alaeddin Keykubat II, Rükneddin Kılıç Arslan IV, olmak üzere 3 kardeş, ortada asıl hükümdar İzzeddin Keykâvus, onun sağında solunda diğer iki kardeş birer sandalyada oturmak üzere meşhur vezir Celâleddin Karatayın dirayeti sayesinde 3 kardeş güzel güzel geçinirlerken vezirlerin bir birleriyle her zaman olduğu gibi iyi geçinmemelerinden dolayı, bilhassa Karatayın vakitsiz ölümü düzeni bozmuş, Rükneddin Kılıç Arslan ile İzzeddin Keykâvus Aksaray ovasında savaşa tutuşmuşlar, yenilen kardeşini Keykâvus ceza yerine kucaklayıp alnından öpmüş, Burgulu kalesine hapsettirmişti. Fakat yıllar Keykâvus’ a yardım etmemiş memleketini terk etmiş, evvelâ Bizans’a, daha sonra Kırım’a giderek Altınorda devletine sığınmıştı. II. Keykubat ölmüş, Rükneddin Kılıç Arslan tek başına Selçuklu hükümdarı kalmış, bu zat dahi Pervanenin kötülemesi ile Moğollarla el birliği ederek Hatir oğlu Niğde beyi Şerefeddin, Kardeşi Ziyaeddin’inde içerisinde bulunduğu birkaç kişi tarafından Aksaray’ın “Abı Kulkul” denilen mevkiinde Moğol âdetince asilzadeler kan çıkarılmadan öldürüldüğü için genç Rükneddin keman zıhı ile boğulup öldürülmüştü.
Mevlâna’nın Divanında bulunan en içli, lirik gazellerinden birisi bu acıklı olayı bize hatırlatır:
Ne goftemed möröv onca ki aşinad menem
Derin serabı fena çeşme-i hayat menem
Sana demedim mi ki oraya gitme, senin aşinan benim
Bu fena serabında, hayat çeşmen benim
(Ulu divan Bombay baskısı s. 570).
Konya’ya getirilip gömülen Rükneddin’in yerine ikibuçuk yaşındaki oğlu III. Gıyaseddin Keyhusrev Selçuklu padişahı olmuştu. Bunun bacısı olup Selçuk hatun yahut Hudavend, yahut Hand hatun diye söylenen, Sultan Veled divanında hakkında uzun bir övgü bulunan hem akıllı, hem güzel bir Türk kızı Selçuk hatun Moğol İlhanlı padişahının oğlu Argun han’a (Abaka Han’ın oğludur) gelin edilmiş, bunu İran’a getirmekte olan Selçuklu vezirleri bu işlerle uğraşırken Anadolu karışmaya başlamıştır. III. Gıyaseddin’in çocuk oluşu da bu işte büyük bir eksiklikti. Mısır hükümdarı meşhur Baybars Anadoluya büyük bir ordu ile gelmiş, Kayseri’de Selçukluların hattına oturmuş, Kayserideki Ulu Camide adına hutbe okutmuş hatta para kestirmiş, fakat her nedense işi daha ileri götürerek meselâ Konya’ya kadar gelmeyi uygun bulmamıştı. Galiba Şubat sonları olmakla atların yemini tedarikte güçlük çektiği gibi ayrıca atların ayaklarında çıkan bir hastalık da bu günün motörlü süvarisi demek olan kıt’aların hareketini felce uğratmıştır. Bu yüzden belki Anadolu’da da kendisini hareketli mektuplarla davet eden beylerden yeter derecede yardım görememesi bu işte önemli etkiler yaratmıştır. Her halde bu konu Mısır tarihleri incelenmek suretiyle yazılmaya, değer.
Selçuklu tarihlerinde Cimri ayaklanması diye önemli bir olay vardır ki düzme bir Selçuklu Şehzadesinin ortaya çıkarılması ile Karaman oğullarının ayaklanmasını, Konya’nın kuşatılıp zaptedilmesini, Selçuklu vezirlerinden önemli kişilerin öldürülmesini, daha birçok hüzünlü vakaların ortaya çıkmasını hazırlar.
Salur Kabilesinden olup büyük Alaeddin Keykubat zamanında Ermenek ile dolaylarına yerleştirilen Karaman oğullan git gide kuvvetlenmişler, oralara uç beyi olarak vazife görmeye başlamışlardır. Zira doğu taraflarında küçük Ermeni krallığı vardı. Salur kabilesinden oldukları anlaşılan Karamanlılar hakkında İbni Bibi tafsilatlı büyük tarihinde, onun kısaltılmış şeklinde Toros dağlarından şehirlere odun çeken kömürcü olduklarını yazarken onları küçük gördüğünü, sevmediğini açıkça anlatır. Osmanlı tarihlerinin de Bibi oğluna rahmet okutur derecede aleyhte yazmaları Karaman oğlu tarihini bir muamma haline getirmiştir. Gerçi Şikari adında bir zatin yazdığı daha ziyade Menakıpname diyeceğimiz eseri son yıllarda Konya’da halk evi tarafından bastırılmış ise de eldeki kitabelerle bu tarihin verdiği bilgiler birbirine uygun düşmediğinden tarih olma niteliğini yitirmektedir. Elbette bu Karaman oğulları için bir talihsizliktir. Bununla beraber bıraktıkları eserler, yaptıkları hizmetler göz önünde tutulunca Karaman oğulları inceden inceye incelenmeye çoktan hak kazanmışlardır.
Miladi 1261 yılında valilik makamına geçen Karaman oğlu Mehmet bey Anadolunun karışıklığından istifade ederek ah elimize bir Selçuklu şehzadesi düşse idi diye dileklerde bulunuyordu. Bu sıralarda aşiretler arasında gezen gerçek isminin ne olduğunu henüz bilemediğimiz bir genç adam, ben Kırımdaki Sultan İzzeddin Keykâvus’un oğluyum diye kendisini tanıttı. Mehmet beyin bu dileğini bilenler adamı yakalayıp onun yanına götürdüler. Selçuklu tarihlerinde Cimri diye ad alan bu kimse daha sonra Konyayı zaptedecek, adına, “Es Sultanüz Azam Alaüddina Veddin Ebül Feth Siyavuş bin Keykâvus” diye bir yüzünde, diğer tarafında ise “Elminnetüllillah Durube bi Medineti Konya fi 675” şeklinde gümüş, hatta aynı ibareler yazılı olarak altun para bastıracaktır.
İçerden Rünut dediğimiz baldırı çıplakların da el birliği ile dış kal’anın bir kapısı ateş yakılmak suretiyle dökülür, dışarıdakiler şehrin içerisine dağılırlar. Tarihlerin yazdıklarını burada tekrarlayacak değiliz. İbni Bibi’nin bastırdığımız muhtasar Selçuknamesinde buna dair geniş bilgi vardır. Arzu edenler okurlar.
Konya’nın işini bitirenler Karahisar tarafına yönelirler, Akşehir yakınındaki Kozağacı köyü civarında bulunan Değirmen Çayda devrinin en babayiğit adamlarından olan Sahip Ata’nın büyük oğlu Taceddin Hüseyin bey, kardeşi Nusretüddin Hasan bey ile Karaman oğlu Mehmet bey su için de birbirine hücum ederler. Kaza gelince onun önüne hiç bir şey geçemez. Hüseyin beyin atı sürçer attan bey suya düşer, derhal başını vücudundan koparırlar. Hasan bey’de aynı akıbete uğrar.
Bunu haber alan babaları Konyalı Sahip Ata Hasan’la Hüseyin’in intikamını Yezidilerden almak üzere asker toplar, bunların üzerine geleceklerini anlayınca tekrar Konya’ya dönerler.
Hemen bütün devrimlerden sonra dil ile uğraşıldığını görmek tarihin garip cilvelerindendir.
Konya’da İç Kal’ayı da barış yolu ile ele geçiren Cimri Selçuklu tahtına oturup Karaman oğlu Mehmet beyi vezir yapınca onlar bir dellal çağırttırırlar:
ŞİMDEN GERÜ DÎVANDA, DERGAHTA, BARİGAHTA, MECLİSTE, MEYDANDA TÜRKÇEDEN ÖZGE DİL GEÇMEYECEKTİR.
Bunun tarihi 10 Zilhicce 675’ dir. Bu tarih Miladi hesapla 13 Mayıs yahut 15 Mayıs 1277 yılına rastlamaktadır.
Bazıları Lârende’de Türkçe konuşulurdu. Binaenaleyh biz Türk dilinin egemenliğine kavuşmasını kutlarken 700 ncü yılını anacağız diye tutturmuşlardı. Tarihin kabul etmeyeceği şey üstünde inat etmek doğru değildir. Onların bu sene yapacakları Türk Dil egemenliğinin 684 ncü yıl dönümünü anmaktan ibaret olmalıdır. Nitekim Kudret gazetesinde 13.3.1961, 16.3.1961 günlerinde yayınladığım iki makale bu gerçeğin iç yüzünü anlatmıştı. Bu defa 700 ncü yıl nakaratını tutturanların bu yanlış yoldan döndüklerini memnunlukla görüyorum.
Ülkü uğrunda başını veren Karaman oğlu Mehmet beyin onun ülkü arkadaşlarının hatıralarını saygı ile anarım.